22 Nisan 2012 Pazar

Aşk Üzerine - Alain de Botton

Sel Yayınları
Uzun süredir merak ettiğim bir yazar ve televizyon yapımcısı olan Alain de Botton ile Aşk Üzerine isimli roman-aşk üzerine felsefi ve psikolojik bir analiz tadındaki kitabı sayesinde tanıştım. Kitabı Kasım ayında okumaya başlamıştım, geçtiğimiz aylar içerisindeki iş ve şehir değiştirme telaşesinden ancak bugün bitirdim. Kolay beğenen biri değilimdir ama bu kitaba oldukça başarılı buldum (hatta bayıldım). Kitap boyunca birçok yerin altını çizmekten helak oldum, bunların bazılarını aşağıda paylaşacağım. En güzellerini seçememiş olma korkusu yaşıyorum şu an hatta :) O yüzden ilginizi çeken bir türse bence alıp kendiniz için mutlaka okuyun.

Botton, yirmidört bölümden oluşan ve Chloe ile anlatıcının (eğer gözümden kaçmadıysa anlatıcının ismi kitapta yer almıyor) aşk ilişkisi üzerinden, ortaya çıkışından başlayıp, tüm evreleri ile aşkı ve aşığın psikolojisini irdeliyor; çoğumuza oldukça tanıdık gelecek duyguları, durumları ve sorunları yazıya döküp analiz ediyor ve (şahsen bana) birkaç satırda bir "evet, hakikaten de böyle oluyor; ne kadar güzel ifade etmiş, süper tanım, adam dahi beyler" dedirtiyor.

Benim okuduğum basımı Sel Yayınları'ndan çıkmış ama sanırım basım hakları önceden Yapı Kredi Yayınları'ndaymış. Sel Yayıncılık baskısını Ahu Antmen çevirmiş ki ben bu -hiç de kolay olmadığını düşündüğüm- çeviri karşısında şapka çıkarttım. Kendisini tebrik ederim. Umarım diğer kitapları da o çevirmiştir. Bununla birlikte kitabın kapak tasarımını pek beğenmedim, bence Alain de Botton'u ve kitabın içeriği konusunda doğru bir izlenim oluşturmamış. Bu kitap hakkında hiçbir fikrim olmadan rafta görsem, bende sıradan bir roman izlenimi yaratırdı ve belki satın almayabilirdim.
Artık Alain de Botton'un diğer kitaplarını sırayla okumak bana farz oldu.

s.20:
"Her aşık oluş (Oscar Wild'a kulak verecek olursak) umudun kendini bilmişliğe karşı zaferidir.
kendimizde gördüklerimizi, onda görmemeyi umarak aşık oluruz-yani korkaklıklarımızı, zayıflıklarımızı, tembelliğimizi, sahtekarlıklarımızı, verdiğimiz ödünleri ve aşırı aptallıklarımızı. Sanırız ki seçtiğimiz kişinin çevresine aşk kordonunu sarınca içindeki tüm hatalardan arınacak ve tabii sevilesi olacak. Kendimizde göremediğimiz mükemmelliği buluruz ötekinde ve aşk yoluyla onunla birleşerek, (öyle olmayacağını bile bile) insanoğluna olan şüpheli inancımızı korumaya çalışırız."


s.47:
"Düşünceye seksten daha zıt az şey bulunur. Gövdenin ürünüdür seks, düşünceyi dışlar,
Diyonizyak'tır, anlıktır, aklın bağlarından bir kaçıştır, fiziksel arzunun haz dolu çözülüşüdür. Bunun yanında düşünce, bir tür hastalık, düzen kurmak için duyulan patolojik bir dürtü, kendini akıntıya bırakamayan aklın melankolik zaafının
simgesi olabilir ancak. Seks sırasında düşünüyor olmam, cinsel birleşmeye ilişkin
temel yasayı ihlal ettiğim anlamına geliyordu, bu alanı bile kendi halinde
algılayacak beceriden yoksun olduğum için suçlu sayılırdım. Ama başka seçeneğim
var mıydı ki?"

s.51
"İnsanlarda, başka hiçbir canlıda olmayan ikiye bölünme yeteneği vardır, hem davranabilir hem de bu davranışları dışarıdan izleyebilirler - düşünce işte bu ayrımdan doğar. Ancak insanın kendisinin aşırı farkında olmasından kaynaklanan hastalık da
izleyen ile izlenenin bir türlü birleşmemesinden, yani bir hareketi yaparken o hareketi yaptığını unutamamatan doğar. (...) Rahat insanlar, kendi halini fazlasıyla düşünenler kıyasla ne kadar şanslıdırlar, özne/nesne ayrımını düşünmedikleri gibi, sürekli bir aynanın varlığını da kendilerini sorgulayan bir üçüncü gözün (o an Chloe'nin kulak memesini öpen) temel benliği sürekli gözlediğini, değerlendirdiğini ya da salt baktığını hissetmezler."
s.155:
"Dr. Saavedra, İngiliz Tıp Birliği'nce dağ hastalığına benzeyen ve mutluluk
tehdidiyle ani bir korku şeklinde beliren bir hastalık olarak tanımlanan anhedonia
teşhisi koymuştu. İspanya bölgesinde, pastoral çevreyle yüzleşince dünyevi
mutluluğun belki de çok uzaklarında olmadığı gerçeğini aniden farke eden ama
böyle bir olasılığa karşı şiddetli bir fizyolojik tepkinin ağırlığına düşen
turistler arasında sıkça görülen bir hastalıktı bu."

s.165:

"(...) Herşeyimi yitirsem de sevilmek arzum budur:"Ben"den başka bir şey kalmasın
geriye, ki bu gizemli "ben" benliğin en zayıf, en kırılgan noktasıdır. Yanında
zayıf davranabileceğim kadar seviyor musun beni? Herkes gücü sever, ama
Sen beni zaaflarımla seviyor musun? Asıl sınav budur. Yitirebileceğim her şeyden
arınmış olsam, yalnızca ömür boyu sahip olacağım şeyler için sever misin beni?"


s. 197:

"Peki ben neyle lanetlenmiştim? Modern toplumlarda insanın başına gelebilecek en
büyük talihsizlik olarak değerlendirilen, mutlu ilişkiler kurma engeliyle. (...)
...sonunda psikanalizde buna tekerrür takıntısı dendiğini öğrendim:
    ... bilinçaltından kaynaklanan, engel olunamaz bir süreç. Davranışlarının
    sonucu olarak özne kendisini bile bile belli üzücü durumlara düşürür ve
    böylece eski bir deneyimi tekrarlar, ama kendisi bu prototipin farkında
    değildir; aksine, durumun bütünüyle o anın koşulları nedeniyle oluştuğuna
    vargücüyle inanır.
"

1 yorum:

  1. merhaba.

    bu kitabın adı "deneme" izlenimi bırakıyor insanda. türü deneme değil ama galiba.

    kitap kapağını beğendim ben.

    piktobet'te bıraktığın ayakizleri için teşekkürler.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...