7 Ekim 2010 Perşembe

blogun ismi cismi

Blog açma düşüncesi aklıma ilk düştüğü an, bir çok soruyu da beraberinde getirdi. Bir kere bloğun adı ne olacaktı, nasıl bir tasarım yapmalıydım, nelerden bahsedecektim, bloğumla ilgilenecek yeterli vakti bulabilecek miydim vb. Üstelik HTML koddan falan da hiç anlamıyordum. Tam bir çıkmazdıaydı yani bu iş.
Blogun ilk dizaynı gerçekten de içler acısıydı. Bu işten hiç anlamadığımı, serde zevksizin teki olduğumu üzülerek fark ettim. İsim konusu ise tam bir muamma idi. Öyle bir isim bulmalıydım ki, blogla özdeşleşmeliydi, içeriğe uymalıydı, akılda kalıcı olmalıydı (tabii kriterleri böyle acımasızca belirleyince isim bulmak bir o kadar zor hale gelmişti) Kimi zaman Türkçe dışında dillerde yazmayı da planladığım için belki de İngilizce bir ad seçmeliydim. Almanların sevdiğim bir lafı geldi o an aklıma: "Her yeni başlangıç zordur". Kendi kendime "denemekten ne çıkar, haydi rastgele" diyip kolları sıvayalıberi burada çok şeyler değişti.
İsim konusunda kendime biraz vakit tanıdım, aklıma geldikçe düşündüm ama açıkçası kendiliğinden geleceğine inanıyordum, bekledim. Blogu açarken aklımdaki esas düşüncelerden biri, şöyle gönlümce ilgimi çeken şeyleri paylaşabileceğim, içimi dökebileceğim, nacizane fikirlerimi dışa vurabileceğim bir platform oluşturmaktı. Okunma kaygısı gütmeksizin bir şeyler karalama isteği yani.Yazmak benim için bir  nevi terapi ve rahatlama vesilesi olduğundan "chillroom" kısmı yavaş yavaş belirmeye başladı, doğru hatırlıyorsam başka biri tarafından kullanılıyordu, yanına bir sayı eklemek aklıma gelen ilk çözüm oldu. Peki kaç olsaydı bu sayı? Sayıların anlamı hakkında biraz araştırma yaparkan, kaprekar numbers diye bir fenomen ilgimi çekti. Akılda (en azından benimkinde) kalıcı olması için kaprekar bir sayı olan 99'u seçtim. Kaprekar sayılar şu şekilde tanımlanmış: kaprekar bir sayının karesini alıp, rakamlarını toplarsanız, sayının kendisine ulaşılıyor. bir örnekle açıklamak gerekirse: 9'un karesi 81, 8+1=9. İlk bir kaçı şunlar: 1, 9, 45, 55, 99, 297, 703, ... muhtemelen adamın birinin  canı çok sıkılmış ve böyle bir şey bulmuş :) 
Böylelikle blog bir isme kavuşmuş oldu. Sıra diğer görsel öğeleri oluşturmaya geldiğinde, gerçekten bu iş için saatler harcamam gerekti. Bir türlü kafama yatan orijinal bir tasarım bulamıyordum. İsmi gereği kafamda kırmızı ile tonları vardı. En nihayetinde kimin tarafından çekildiğini bulamadığım bir fotoğrafa rast geldim ve evet, bu güzel bir başlangıçtı. Tahminimce fotoğraf Amsterdam Red Light Street'te bir genelevin vitrininin içerisinden çekilmiş. Malum, Red Light'ta vitrinde bayanın kendisi segilendiğinden, bu hanımefendi de, bir taburenin üzerinde oturmuş sanki makyajını tazeliyor. Fotoğrafın sağındaki radyatör benzeri şeyin üzerindeki pet şişe beni bir anda gerçek dünyaya döndürüyor fotoğrafa bakarken. Hayat kadınları da su içer normal olarak, değil mi?
Site için biraz da HTML'den anlamak gerekiyordu sanki, şöyle sayfa düzeni, punto büyüklüğü gibi şeyler için. Üniversitede biraz programlama görmüştük, o kadar da zor değildir canım herhalde şeklinde bir motivasyon ve çaba ile bunları da istediğim şekle sokmayı başardım. Şimdi artık sadece içerik eksikti. İncelediğim diğer bloglarda blog sahiplerinin 200-300 civarı yayınları vardı, bir an ümitsizliğe kapıldıysam da , kendimi herşeyin önce ufak bir adım ile başlayıp zamanla büyüyeceği yönünde telkin edip, ürkek ama kararlı adımlarla klavyenin başına geçtim. 
Bugün ilk defa, blogu açtıktan günler sonra bir yakın arkadaşıma  (Selin) bloğumdan bahsetme cesaretini gösterdim. Selin'in yüreklendirici yorumları ile mutlu oldum ve biricik bloğumla içten içe gurur duydum. Kendisine de hemen misafir yazarlık teklitf ettim, umarım beni kırmaz ve buraya bir şeyler çiziktirir. Nedense içimden bir his Selin'de büyük bir potansiyel olduğunu söylüyor...

edit: Dün aynı gün içerisinde arka arkaya en sevdiğim üç arkadaşımla görüştüm (çok sevinçliyim). Gecenin kapanışını canım arkadaşım grenzgænger ile yine sadece kuş sütünün eksik olduğu bir ortamda yaptık. İki kova burcu yanyana gelince, muhabbet bir noktada haliyle "Ne yaparız da kendimizi biraz daha geliştiririz"e'geldi. Sevgili grenzgænger bana okumakta olduğu bir kitaptan bahsetti, ben de ona blogumdan söz ettim. Hemen o an bir fikir ürettik, aynı kitaptan ben de alacaktım, kitabı bölüm bölüm okuyup tartışacaktık, ben de fırsat bulabilirsem paylaşımlarımızı buraya biraz kenarından köşesinden aktaracaktım (sonuncu fikri ben kendi kendime ürettim). Bunları "blogun ismi cismi" yazısına neden mi ekliyorum, çünkü grenzgænger blogumun adı ile dalga geçti arkadaş :( Ne biçim dram bir isimmiş, hadi chillroom iyiymiş ama 99 ne oluyormuş öyle chatroom rumuzu gibiymiş, chillroomu bir başkası aldığı için 99 yazdığım çok belli oluyormuş (ki kendisine bunu zaten bloga yazdığımı söyledim) vs... Çok üzüldüm dostlar. Grenzgænger acayip ince eleyip sık dokuyan, mükemmeliyetçi, yapmak istediği şeyi o kadar kusursuz yapmak istemek ki, kusursuzluktan tırsıp o işe başlayamama gibi özellikleri bir kombi paket olarak barındırdığından, düşüncesini objektif bir gözle değerlendirince, dost acı söyler deyip, biraz da Grenzgænger'in dilinden kurtulmak için blogun ismini değiştirme kararı aldım. Eve gelip biraz daha kafa patlattıktan sonra "chillroam"'da karar kıldım. Chill kısmı daha önce belirttiğim sebeplerden dolayı muhafaza edildi, "room" kısmını hem blogda zaman zaman gezilerimden söz ettiğim hem de sözlük anlamı hoşuma gittiği için "roam" olarak değiştirdim. Oxford wordpower sözlüğünde anlam şu şekilde verilmiş:
roam: (v)to walk or travel with no particular plan or aim.
Sevgilerle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...